öncelikle az sonra okuyacağınız yazının lüzumsuz uzunluğu için baştan özür dilerim. ama yazmam lazımdı (yani bana göre lüzumlu). amacım bazılarınızın ağustos dolayları twitter'da denk gelmiş olabileceği "biz şöyle kaliteli müzisyenizdir, senin bilmemnerelerde dinlediğin gibi şarkılar yapmayız taaam mı?" minvalli, müzisyeni yüceltip dinleyeni gömen bir tavır sergilemek değil, bunu da baştan muştulamış olayım (denk gelmediysen sor, kim olduğunu söylerim çaktırmadan).
ben şarkı söylerim, bilen bilir. bilmek şart değil, bilmemek de ayıp değil. kendime "müzisyen" demeyi de sevmem. hele "sanatçı", asla! o terimlerin altını dolduracak niteliği görmedim kendimde hiç. ben en basitinden "şarkıcıyım", işim icra etmektir, üretmek değil (henüz).
"çocukluğundan beri şarkı söylemeyi çok seven Zeynep, 5 yaşında saç fırçasından mikrofon yaparak başlayan müzik hayatını..." diye sadede gelecek değilim de ben bu işe profesyonel olarak girişeli 9 yıl olacak bu aralık ayında (hatta yılbaşında). iyi ki de hiç bırakmamışım bu işin peşini. her gün de şükrederim bu sese, birlikte çalıştığım iyi müzisyenlere, desteğini esirgemeyenlere ve yoluma taş konmadığına (konmuşsa da farketmeyip geçtiğime).
gel gör ki dost meclislerinde -özellikle beni ilk kez dinlemiş arkadaşlarla sohbette- açılan bir konu var ki döner dolaşır tekrar gündeme gelir: "bi acaip seyirciler"
bu kavmi başka türlü adlandıramadım ortam gereği takındığım terbiyeden ötürü. lakin değinmeden, bu konuyla ilgili iki kelam etmeden de geçemiyorum. facebook'ta çok sevdiğim bir müzisyen abim paylaşmıştı aşağıdaki müzisyen manifestosunu, belki görmüşsünüzdür. görmeyenler için geliyor...
işbu manifesto benim de örneklendirmek istediğim noktalara değiniyor. özellikle 2. madde benim başımı çok ağrıtan bir durumdur ve bu konuda yalnız olmadığıma eminim.
artık teknolojinin bu kadar gelişmesinden midir, "kapitalizmin kölesi" oluşumuzdan mı bilinmez, seyirci diye genellemek istemem de yukarda bahsi geçen "bi acaip seyirciler kavmi" bir mekana sandığınız gibi eğlenmeye, müzik dinlemeye, rahatlamaya, kafasını dağıtmaya değil "parasının karşılığını almaya" geliyor. gelirken ve dönerken bindiği taksiye, içerde içtiği içkiye ya da girişe verdiği paranın karşılığını benden, bizden çıkarmak gibi bir misyonu var bunların. başaramazlarsa hiddetleniyorlar ablam. müsaadenizle şöyle örneklendireyim:
(programı bitirdik, toplanıyoruz)
- sizden bir şarkı istemiştim (i will always love you) çalmadınız? bir saattir bekliyordum!
+ kusura bakmayın lütfen. kasıtlı değil, bilmediğimizden çalamadık (her zamanki açıklamamın özeti)
- nasıl bilmezsiniz? herkes biliyor!
+ şarkıyı biliyoruz elbet ama hiç çalmadık daha önce, bilmiyoruz derken onu demek istedim.
- nasıl olur ya? tüm dünya biliyor!
+ e gidin tüm dünyadan dinleyin o zaman! (belli bir saatten sonra şalter atıyor tabii bende de)
bu okuduğunuz diyalog based on a true story dediğimiz cinsten. 1 ay kadar önce gerçekleşti. seyircinin istek yaparkenki çıkış noktasını anlayabiliyorum çoğu zaman. misal, Erkin Koray çaldıysanız üzerine bir Cem Karaca veya Barış Manço isteğiyle burun buruna kalabiliyorsunuz. bu çok doğal bir reaksiyon elbette. refleks veya serbest çağrışım da denebilir. "onu çaldıysa bunu da çalar" düşüncesi. lakin ki öyle değildir. repertuar kısıtlı bir şeydir, birini bilmeniz öbürünü de bilmenizi gerektirmez ama yooo! youtube'da öneriler var, dinlediğiniz türe, şarkıya veya sanatçıya göre çıkan, onlardan beğendiğini tıklıyorsun hop o çalıyor! neden bende öyle öneriler yok? neden peçeteye yazılan hemen çalınmıyor? e ben insanım, ondan olmasın? yoo dostum yoo, kavim senden youtube performansı bekliyor! yüzlerini kara çıkarma!
şimdi bu kavmin daha enteresan bir üyesiyle karşınızdayım:
(saat 03:25. grubu tanıtmışım, teşekkür ediyorum, iyi geceler diliyorum, derken bir peçete geldi. ben de -zaten bilmediğimiz bir şarkı olduğundan "maalesef" deyip konuyu toparladım ve zaten uzamış olan programı bitirdim)
- pardon bakar mısınız? size bir istek gönderdim çalmadınız?
+ kusura bakmayın lütfen. bilmediğimizden çalamadık. programı da bitiriyorduk zaten gördüğünüz gibi.
- ama bugün benim doğumgünüm! ayıp olmuyor mu?
+ keşke daha önce söyleseydiniz, o olmasa bile başka bir şey çalardık sizin için.
- ya siz tek başınıza söyleseniz de olur. ben orkestranızı değil sizi seviyorum, takip ediyorum, sizin için geldim. söyleyemez misiniz?
+ kusura bakmayın, tonmayster arkadaş müzik çalmaya başladı ve sahne toplanıyor, başka zaman inşallah.
- çok ayıp ama bu yaptığınız (vs. derken arkadaşı gelip aldı hanımefendiyi)
(hanımefendi yılmadı, daha agresif bir tonla tekrar atağa geçti 2 dakika sonra)
- ya ben çok istiyorum bana söylemenizi. hiç olmazsa masamıza gelip bana söyleseniz 2 kuple?
+ (yüzümdeki YOK ARTIK! ifadesini silmeye çalışarak) bakın anlıyorum ama benim de dinlemem lazım takdir edersiniz ki...
- (işte burada biraz çirkefleşerek) haa size hayatta başarılar o zaman! yolunuz açık olsun! (yine arkadaşı gelip özür dileyerek, teşekkür ederek aldı hanımefendiyi)
şimdi buna 3 saatlik performansın yorgunluğunu mu anlatacaksın (3. maddeye referansla), "ben orkestranızı değil sizi seviyorum"daki arkadaşlarıma saygısızlığını mı vurgulayacaksın yoksa "masamıza gelip bana söyleseniz"deki konsomatris muamelesine mi kızacaksın? hiçbirini yapamıyorsun elbet. "hıhı sağolun" deyip gitmek düşüyor sana. bkz. saygısızlığı yutmak zorunda kalmak.
aynı program sırasında bir de şöylesi geldi başımıza:
- bizim arkadaşlarımız evlendiler de...
+ evet biz de tebrik ettik az önce, buyrun?
- sil baştan'ı istiyorlar.
+ tabii, sonlara doğru çalarız onu (neden? yavaş çünkü, o sıra en hareketli yerindeyiz işin)
- yalnız benim söylememi istiyorlar!
şimdi burada biraz duralım...durduk mu? hah! tabii ki buna hayır dedim ve olmayacağına ikna etmem biraz zaman aldı. burada "ya benden iyiyse" gibi bir kaygı olmadığını özellikle belirteyim. benden iyiyse ben de ondan bir şeyler öğrenmeyi isterim zira. yine bilen bilir, sahneyi paylaşmayla ilgili hiç sıkıntım yoktur. fakat bendeniz bu işi yapan bir kimse olmama rağmen yıllar içersinde "çağırılmadığım sahneye çıkmama"yı düstur edinmiş biriyken, sen kimsin? çok başarılı bir müzisyensen de tanımıyorsak o bizim ayıbımız elbet lakin tanımadığım seni sahneye alarak seninle beraber ne gibi riskler aldığımı bilebilir misin? bilsen sormazsın.
sahneye çıktığım yaklaşık 9 yıllık süre içersinde bu hataya birkaç kez düşmüş biriyim. neler olabileceğini tahmin edersiniz. çıkan kişinin ses aralığı sizinkiyle aynı olmadığından enstrümanistleri ters köşeye yatırma olasılığı var. siz parçayı değişik bir trafikle çalıyorsunuzdur, çıkan kişi orijinaline göre söylemeye çalışır (ya da tam tersi). sesinin kendini inandırdığı kadar güzel olmaması ihtimaline ise hiç girmiyorum! benim bir program boyunca elimde tutmaya çalıştığım seyirciyi kaçırdığını düşünebiliyor musunuz? ben düşünmek bile istemiyorum... evlenen çiftin bana saygısızlığına ("sen in de bizim arkadaş söylesin"cilik) ise hiç girmiyorum! bunu Ajda Pekkan'a yaptığını düşünsene! "arkadaşlar Yeniden Başlasın'ı benim söylememi istiyor bi zahmet çekilirsen"...hıhı, tamam...
bu "bi acayip seyirci kavmi"nin mensuplarının türlü çeşitli davranışları saymakla bitmez. hatta bu anlattıklarım hiçbir şey değil (biz ne badireler atlattık hey yavrum hey!) lakin yazdıkça cinlerimin tepeme çıkması gibi bir durum oluştu. hele bir de bu anlattıklarım sırf geçtiğimiz ay, hatta sadece 2 programda yaşadıklarım, 9 senede neler gördüm siz düşünün (ya da bi ara beni bi boş zamanımda yakalayın anlatayım).
diyeceğim o ki müzisyen (ya da benim gibi sadece "şarkıcı"), dinleyenin taksi parası, giriş ücreti, içkiye ödediği mebla ve hatta daha ilersinde albüm veya konser bileti fiyatı üzerinden "satın aldığı" bir meta değildir. işin içine "insan faktörü" de dahil olduğundan sahnedekinin sizin beklediğinizi yapmaması olasılığı göz ardı edilmemelidir (sinemada tarantino'ya istek yapabiliyor musunuz? peki karşılığını alabiliyor musunuz?). işi, en basit tanımıyla, "eğlendirmek" olan bu insanların eğlenmeye de ihtiyacı olduğu -ve bu da interaktif gibi en azından asgari düzeyde saygıyı da hak ettikleri unutulmamalıdır.
bak sonra delirip twitter'dan millete "biz senin bildiğin müzisyenlerden değiliz" diye artistlik yapıyoruz, görüyorsun ;).
"bir dahaki sefere kadar" demiş ecnebiler
z.