6 Ocak 2012 Cuma

Ölümün arkasından konusmak...Can Hocam'ın anısına


Can Abanazır
1953-2012


Ölenin değil ölümün arkasından konuşmak benim yaptığım. Daha doğrusu yapmaya çalıştığım... Yazmak çok zor.

"Geçen yıl şöyle bitti, yenisi böyle başladı" muhabbetinden hazzetmem ama 2012 böyle başlayacağına başlamasaydı daha iyiydi. 2 Ocak sabahı bir Hacettepe efsanesini, muhteşem bir öğretmeni, bir rockstarı, bir büyük Beşiktaşlıyı kaybettik. "Kayıp" kelimesinin içi hiç bu kadar dolu olmamıştı. Bunca insanın hayatına dokunmakla kalmayıp onları değiştirmiş bir hoca, iyi bir örnek, bir dost olan Can Abanazır'ı bu kadar erken kaybetmiş olmanın acısını tarif edemiyorum...

Bu yazıda Can Abanazır'ı anlatmak değil niyetim. Daha ziyade erken ölümünün bende yarattığı -malum acı dışındaki- hissiyatı anlatmak taraftarıyım. İlerde dönüp bakacağım bir not gibi kendime...

Daha 3-4 gün öncesinde ondan, derslerinden, esprili anlatımından bahsederken, 2 Ocak pazartesi gelen haberin yaşattığı şaşkınlık ve üzüntü bir süre sonra yerini bir miktar mutluluğa bıraktı aslında. Bizi biz, en azından beni "ben" yapanlardan biri olan Can Hoca hiç unutulmamıştı işte. Hep aklımızdaydı, yaptığım işin, söylediğim sözün bir kenarında imzası vardı. Hiçbir zaman, hiçbirimiz için "böyle de biri vardı sanki, dimi?" kategorisine girmedi hocam.

Bu üzüntü ve şaşkınlığa karışık mutluluğun yanına benim cephemde pişmanlık ve kızgınlık ekleniyor. Neden daha fazla soru sormadım? Açık yüreklilikle ve kendimi gerizekalı pozisyonuna düşürmek pahasına söyleyebilirim ki yavan görünmekten korkup sormadığım sorular olmuştur. Sorsam "Ya bi git Zeynep, sen de bunu sorma artık" demeyeceğini, ne kadar cömert, yardım etmeyi ve bilgilendirmeyi seven biri olduğunu biliyordum elbet ama sanki 'onun için yeterince iyi değilmişcesine' çekinmişim sormaktan, şimdi fark ediyorum. Esas şimdi kendimi tam bir gerizekalı gibi hissediyorum. Elimden tüm kitaplar, elimin altından internet, çevremden bilgi sahibi herkes alınmış, dımdızlak kalmışım gibi geldi o b**tan pazartesi günü, hâlâ da bu duygudan tam olarak kurtulabilmiş değilim. Sorabildiklerim ve cevabını fazlasıyla aldıklarımla avunuyorum. Yine de kendime kızgınlığım geçmezken bu acıyı anlamayanlara da kızarken buluyorum kendimi. Sanki Michael Jackson'ın ölümü gibi tüm dünya haberdar olmalıymış ve acımı anlamalıymış gibi geliyor bazen...Saçmalıyorum.

Söz konusu kişi Can Hoca olunca insanlar, onu tanıyanlar ve tanımayanlar olarak değil, Can Hoca'yı sevenler ve tanımayanlar olarak ikiye ayrılıyor olmalı. Geçen cuma Hacettepe'deki anma törenine gittiğimde de fark ettiğim gibi ondan hiç ders almamış ve alamayacak öğrenciler için üzülürken kendimi şanslı hissediyorum. Bir yandan da benden daha eski, daha yakın öğrencilerine kıyasla şanssız sayılırım.

"Sanıyorum o da böyle olmasını tercih ederdi" diyerek yaşlanmadan, elden ayaktan kesilmeden, hastalanmadan, o kıvrak zekası yıllara yenik düşmeden, enginliğiyle hepimizi hayran bırakan bilgileri zihnini terk etmeden ayrıldı aramızdan diye düşünerek kendimi avutabiliyorum az da olsa. Kimseye yük olmadan, başında bekletmeden, hastanelerde uykusuz geceler geçirtmeden gitti..."Biraz daha kalsaydı" demek bencillik olacaktı belki...

Şimdi geriye onunla geçen anları unutmamak ve onu unutturmamak kalıyor. Unutturmama görevini yerine getirebilmek için kendi kendime bir söz verdim, 1-2 arkadaşım biliyor, inşallah bu sözü tutmamı sağlayacak güce kavuşabilirim. Can Hocamı unutmamak kısmına gelince, aşağı yukarı 5 yıldır onun bana söylediği bir sözden yola çıkarak yaptırdığım dövmeyi gururla taşıyorum, artık çok daha anlamlı...




sen dinleyemedin ama güzelleşti diyorlar hocam...


Bu yazıyı 4-5 kez silip baştan yazdım...hala da tamamlandığına ya da güzel olduğuna inanmıyorum...

Not: "Kimmiş bu Can Hoca? Neden bu kadar önemliymiş?" diyenlere bir Google araması öneriyorum...



Z.