30 Haziran 2011 Perşembe

friends will be friends...

bazen öyle bir an aklıma/aklına öyle bir şarkı gelir ki içinde bulunduğum/bulunduğun durumu bu kadar net, bu kadar ayrıntılı tasvir etmesi için benim/senin yazmış olmam/olman gerekir derim/dersin!

işte bu da onlardan biri...şu an için...

aslında ilk paylaştığım parçanın bu olması gerekirdi blogun yapısı gereği
geç olsun, güç olmasın...

sözleri böyle:

Another red letter day,
So the pound has dropped and the children are creating,
The other half ran away,
Taking all the cash and leaving you with the lumber,
Got a pain in the chest,
Doctors on strike what you need is a rest

It's not easy love, but you've got friends you can trust,
Friends will be friends,
When you're in need of love they give you care and attention,
Friends will be friends,
When you're through with life and all hope is lost,
Hold out your hand cos friends will be friends right till the end

Now it's a beautiful day,
The postman delivered a letter from your lover,
Only a phone call away,
You tried to track him down but somebody stole his number,
As a matter of fact,
You're getting used to life without him in your way

It's so easy now, cos you got friends you can trust,
Friends will be friends,
When you're in need of love they give you care and attention,
Friends will be friends,
When you're through with life and all hope is lost,
Hold out your hand cos friends will be friends (right till the end) 

bunları iki taraflı dinlemek gerek, senin/benim için...

mırıldanarak uzaklaşma vakti


''...as a matter of fact, you're getting used to life without him in your way...it's so easy now...''


28 Haziran 2011 Salı

alakasız...

yazmaya başlayıp birtakım teknik aksaklıklar (bkz. blogger'a alışamamak) nedeniyle tamamlayamadığım büyük eserlerimi bir kenarda boynu bükük bırakmak pahasına şöyle bişi yapayım dedim ve daha geçen hafta ''ben de bunu ne zamandır kullanmıyorum'' dediğim mp3 player'ımın içindeki ''yarı nostaljik'' eserlerden bi kuple sunmaya karar verdim.

mp3 player'ın içeriğinin güncellenememesi de tamamiyle sony'nin b** yemesidir çok afedersiniz. zatıalileri (bu kelimeyi yazarken her seferinde tdk'ya başvuruyorum, evet) her nedense eski seri ürünlerinin, parça yüklemek için zaruri olan yazılımlarını mac kullanıcıları (nasil diyoğlağ ''mac user''?) için tasarlama zahmetine girmediklerinden fevkalade madurum! buradan yetkililere bir kez daha sesleniyorum! noolacak bu atrac çalan cihaz? he?

sinirli tüketici yanımı bir kenara koyup sadede geleyim. bu gecenin şarkısı şudur:


sözleri budur:

Don't lose your head 
I know the damage has been done 
I know that I was In the wrong 
I should have told you 

What can I say? 
Has probably been said 
You probably wish that I was dead 
And I don't blame you 

You won't believe me but ok 
It wasn't meant to be this way 
But at the end of the day 
I still love you 

I'll walk away so dry your eyes 
Can I just apologize? 
I know I hurt you 
I didn't mean to 

Look at the damage we have done 
Look at the damage 
I thought you were the one 
Look at the damage 

Look at the damage we have done 
Broken dreams and shattered love 
What can we salvage? 
Look at the damage 

Damage 
Look at the damage 
Damage 

To tell the truth 
This didn't happen overnight 
Just like we lost the will to fight 
About a year ago 
Just got too familiar 
And started living separate lives 

We were wanting different things 
And didn't communicate 
Till it was too late 
You drifted further from my mind 
It was so easily untied 
It's unbelieveable 

Don't be unkind, you'll come undone 
You're still a child at 21 
So go ahead 
Find someone who really needs you 

Look at the damage we have done 
Look at the damage 
I thought you were the one 
Look at the damage 
Look at the damage we have done 
Broken dreams and shattered love 
What can we salvage? 
Look at the damage 

Look at the damage 
Look at the damage 
Damage 
Damage 




sözlerin çevirisi de na budur desem de inanmayın zira üşeniyorum an itibariyle, bi boş vaktimde inşallah.

eh hadi hasta ziyaretinin de kısası makbuldür malum, bize müsaade...geçmiş olsun tekrar. öpmiyim bulaşmasın...

22 Haziran 2011 Çarşamba

for those of you who don't know me that well...

profilde de bahsettiğim önü alınamaz taç takıntımı ele almanın zamanı geldi! oh yeah! aslında hepsini bir kolaj yapıp öyle sunayım dedim lakin anısı olanlara haksızlık olur -bi de hemencecik bitiverir- diye ayrı ayrı koymaya karar verdim. sonuna kadar arkasındayım bu kararın, işte buyrun:

hepsini tek başına koyup da okuyucu daraltma timiymişcesine hareket etmiş olmamak adına
kendi çapımda gruplandırdım taçlarımı.
burada gördüğünüz kolye sanıyorum taçlarımın ilki olsa gerek.
açık konuşayım bunu, şimdi karşılaşmadıkça görüşmediğim bir arkadaşımla o zamanlar (rahat 4-5 yıl önce) MNG Outlet'te gezerken kendime "ev hediyesi" olarak aldırmıştım (o sıra hediyeye bahane olacak tek şey yeni taşınmış olmamdı zira). zincirin geçtiği kısımdaki haç figürü yüzünden tuhaf yorumlar almadım diyemem...
küpeleri de yanlış hatırlamıyorsam Tunalı'daki pasajlardan birinin alt katında -kalmakla iyi etmiş, keşfedilmediği için güzel ama bir o kadar da pahalı- bir dükkandan (galiba adı Chic'ti) Ezgi'yle birlikte gezerken almıştım. ne de iyi etmiştim, eferim!


burada gördükleriniz ise aslen tek bir zincirden sallanan kolye uzantılarıdır. muhtemelen bunu alırken tacı görüp delirdiğimden diğer uzantıları pek sallamamış olabilirim ama hanedanla alakasından ötürü pek sevdiğim bir diğer sembol olan fleur-de-lis'in de bir diğer uçta bulunması "çarşıdan aldım bir tane..." etkisi yaratmış olabilir, geçmiş zaman, pek hatırlamıyorum şimdi. tahmin edilebileceği gibi şangır şungur bir aksesuar olduğundan sürekli taktıklarımdan değil kendisi...

bu da bir kolye ucu olup kendisi -vay anasını galiba b12 eksikliği var bende- "sanırım" Mudo Concept'ten alınmış olabilir...galiba...heralde...tabii canım! uzaktan anahtar görünümü sunsa da yakından bakıldığında ayrıntısındaki taç belli. şu an böyle tek başına, şanına yakışır bir kesenin içinde duruyor zira zincirin geçtiği nokta -görüldüğü gibi- kırılmış durumda...acımız büyük...bu sefer güldürmedi...

aslen bunu buraya koyup koymamakta kararsızdım zira taç öğresi düşünülerek alınmış bir aksesuar değildi. bunu da Ezgi almıştı bana sağolsun, sanıyorum Accessorize'da beğendiğimi çok belli etmiştim bunu. aslında ilk geldiğinde kolye ucu değil -galiba!- anahtarlıktı...ya da öyle bişi...ama bir de pelerini vardı, bak onu gayet net hatırlıyorum, hatta biliyorum çünkü geri dikerim diye sakladım! zaten kolye ucu olmadığı da taktığım zincirin tacın içinden geçmesinden belli.

işte bunları o kadar alakasız bir anda, o kadar alakasız bir yerden aldım ki unutmak mümkün değil!
sevgili kardeşim Gamze'yle meşhur istanbul seyahatlerimizden birinden -beni zorlamayın tarihlerle dönerim bak!- dönerken molayı verdiğimiz tesisin yanında Adidas Outlet'i vardı fevkalade anlamsızlığıyla. ama o an o dükkanın açılış amacı anlaşıldı, ben bu kollukları (nasil diyollağ ''sleeve''?), bunlarla uyumlu -burada görünmeyen- eldivenleri ve bu muhteşem şapkayı alayım diyeydi işte! artık kapanmıştır, aranmayın. 
daha sonra bu serinin beresini de internetten aldım efenim, saygılar...
Adidas demişken Adidas'ın Missy Elliott adına ürettiği -ve dolayısıyla her ürünle olmasa da çoğuyla akıl sağlımı epey zorladığı- koleksiyondan bir de çantam vardı lakin klipsinin iki kez üst üste bozulması sonucu Adidas süper bir müşteri memnuniyeti politikası izledi ve ilk alışımın üzerinden 1,5 yıl geçmiş olmasına rağmen hediye çekiyle bu durumu telafi etti, teşekkürü borç bilirim.
iyiden iyiyle sıyırmış görünmemek için bahsi geçen diğer ürünlerin fotolarını koymuyorum artık, yeter...


bu da ''beni bilen biliyor'' koleksiyonundan, üniversiteden, 9 yıllık arkadaşım Kamer'in bana geçen seneki doğumgünü hediyesi. bilumum sakarlıktan, başından geçen taşınmalardan ve demliğin bendeki çaydanlığa tam oturmayışından (tüm suç bende olamaz ya!) birkaç ucu kırık malesef görüldüğü gibi. üzüldük tabii...bir de keşke üzerinde ''high tea'' yerine ''royaltea'' (royalty gibicesine hani?) yazsalarmış dedik elbet, daha esprili olmaz mıydı a dostlar?
tabii bu arada her ne kadar biz bunu taç olarak kabul ettiysek de uçlar aynı zamanda şunu andırmak için tasarlanmış gibi duruyor. olsun yine de onların ne gösterdiği değil, bizim ne gördüğümüz önemli.
arkadaşlarınızın sizi ne kadar tanıdığını gösteren bu tip küçük şeyler gerçekten büyük mutluluk veriyor elbet...


işte bu da o göstergelerden bir diğeri! aynı doğumgünü gelen bir diğer hediye sevgili dostum Bilun'dan, özel hazırlanmış, üzerinde birlikte fotoğraflarımız olan bir kutuda geldi. aslında Bilun ve Murat'tan demek lazım fakat ben Murat'tan o kadar incelik beklemiyordum ne yalan söyleyeyim, seçen kesin Bilun olmuştur bunları. bunlar ne ola ki diyenler için şunlar gibi bişiler, masada oturulacak yeri gösterme amaçlı. ama benim kime nereye oturacağını söyleyecek otoritem olmadığından bunları küçük fotoğraflar için kullanmam düşünüldü, muhteşem değil mi?


lafı yeterince uzattım, 5 tl'ye alınmış t-shirttür arz ederim...bilemedin 6 yani.

evet yine ''b.b.b'' koleksiyonundan geliyor, Ezgi Jo'nun taa evropalardan bulup getirdiği 4'lü setin biri. hatta yakmaya öyle bi kıyamıyorum ki fotoğrafı çeker çekmez söndürdüm, o derece!


bu manyaklığın son parçası -ufak tefek zımbırtıları saymıyorum artık- işte bu yüzüktür. aldığımdan beri elime bakar oldum, kaybedilmemesi gereken yüzük sayım üçe çıktı. çevremde de öyle beğenildi ki bunun büyüğünü gerçekten de taç olarak yaptırırdım diyen çıktı.

aslında bu blogun adını biraz açmaya yönelik yazdığım bu okuyana sıkıcı ama benim için de bir o kadar keyifli yazının burada sonuna geldim...nihayet, ben de ne zamandır yazsam da bitse diyordum.

8 Haziran 2011 Çarşamba

4 Haziran 2011 Cumartesi

Budur

Dün şirket bilgisayarında bulamadığıma üzüldüğüm görsel budur. Sözünü tutan bir blogger olmaya ant içtim!



evdeymiş, oh...

3 Haziran 2011 Cuma

Bi yerden baslamam lazımdı

Aslen blog yazımına çok uzak bir karakter olmamakla birlikte "ben blogun altını üstüne getiririm moruk, kolondan kolona şahin uçururum, başlıktan havai fişek patlatırım" gibi iddialarım da yoktur. Henüz kendimden "Blogger'ım ben üzerinize afiyet" diye bahsedemiyorum yani. Daha ziyade "çok iyi blog okurum hacı" diyebilirim yeterince samimiysek.

Deneme yanılma -ya da tercihen başarılı olma- yoluyla düşe kalka yeni bir blog formatına yüksek müsadelerinizle adım atmış bulunuyorum. Müsade etmeseniz de pek bir şey farketmezdi gerçi, neticede önemli olan benim mutluluğum, değil mi a dostlar?


aslında burası için daha havalı bir görselim olduğu bir anda  aklıma geldi ve çok heyecanlandım lakin şirket bilgisayarını temizlerken eve taşımışım onu galiba, şimdi hüzünlüyüm...ama yeşil sayfayla çok uyumlu oldu o ayrı
(acaba aranan görsel gerçekten evde midir? dındındındın!)


Bu arada eski blog sayfamı buraya aktararak kafaları bulaşık teline döndürmek istemiyorum - en azından şimdilik (bi de zahmetli bi iş o şimdi, bildin mi). Belki arada bir oradan buraya çektiğim şeyler olur. Şu an için buranın bir an evvel kaynamasını istiyorum. Merak edenler için eski blog burası buyrun.