16 Eylül 2014 Salı

Redd'in "dağılma" haberi üzerine...haddim olmadan

12 Eylül Cuma günü şöyle bir açıklamayla karşılaştık...


O günden beri bu açıklama üzerine grubu tanıyan ve sevenler olarak aramızda söz konusu "dağılma"yı konuşuyoruz. Haberi benim ilettiklerim arasında çok şaşıran da oldu, "bekliyorduk" diyen de...ben ilk etapta "noluyo lan?" deyip akabinde "e normal aslında" diyenlerdenim. Bunu destekleyecek 30 küsür konserlik gözlemim mevcut.

Şimdi haddim olmadan bu konuda biraz ahkam kesicem müsadenizle.

Bu paylaşımın altına yorum yapmak şöyle dursun, grubun elemanlarının durumla alakasız sosyal medya paylaşımlarının altına bile "çok üzüldük. neden böyle oldu? ayıp olmadı mı?" minvalli yorum yapan yüzler, belki milyonlar olmuş ve sayıları halen artıyor.


Sonra yukarda görüldüğü gibi bir tepkiyle karşılaşıyoruz Doğan Duru'dan (bunun dışında bir cevap da görmedim kendisinden, belki bana denk gelmedi). Dinleyiciye böyle çıkışması, tabiri caizse "düşene bir tekme de onun vurması" doğru mudur, yanlış mıdır ayrı bir tartışma konusu ama özünde düşünce biçimini anlıyorum, bu işin -onun kadar olmasa da- içinde bir insan olarak. Seyircinin giriş ücreti ya da bilet parası vererek ya da mekanda içki içerek, albümleri satın alarak vs. sahnedekini satın almış olduğunu düşünmesi konusuna değinmiştim daha önce, bu tepki de aşağı yukarı aynı şeyi diyor aslında. Katılmıyorum diyemem. Belki -böyle- dile getirmeseydi daha iyiydi diyebilirim. En azından insanlar sakinleşene kadar (burada da kendisine verilen cevaba bakalım). Ama bu da Doğan Duru'yu bunca yılın sonunda tanıyamadığıma işaret edecektir, söz konusu o olduğunda "az bile söylemiş, kendini tutmuş" demem daha doğru olacaktır belki.

Dinleyicilerin aşırı tepkilerine geri gelince..."Aşırı" diyorum çünkü grupların dağılması -aslında bu durumda dağılma söz konusu değil, ayrılık var sadece ama- bu işin "fıtratında var" denebilir. Belki lokal bir cover grubunu Redd'le karşılaştırmam abes ama ben gruba girdiğim sıra birlikte çaldığımız arkadaşların hiçbiri yok şu anki kadroda. Yaklaşık 5 yıllık mazimizde 7 kişi ayrılmış/göndermişiz, arada idareten bize katılanları saymazsam. 

Nedenlere gelince "insan faktörü" her yerde olduğu gibi burada da devrede. Anlaşamadığınız biriyle müzik de yapamazsınız takdir edersiniz ki. Hadi yaptınız diyelim, bu artık müzisyenlikten çıkar, esnaflığa girer ve ne sahnedeki müzisyenler ne de seyirci zevk alır yapılan işten. Konserden konsere görüşüp, birbirinizden hiç haz etmemenize rağmen çıkar işinizi yapar, bitince de paranızı alır evinize gidersiniz...ne anladık o işten? Kimisi buna "profesyonellik" diyebilir tabii ama standart bir pop orkestrasından, düğünlere giden ekstra müzisyenlerinden ne farkınız kalır? Anlaşmazlığı uzatmamak en sağlıklısıdır. Özellikle de ortada üretim varsa.

---Bu arada ben bu yazıyı yazarken Redd'in geri kalan üyeleri -Doğan ve Güneş Duru ve Berke Özgümüş- aşağıdaki açıklamayı grubun resmi sitesinden duyurmuş.



Hayranlar "neden siz de bir açıklama yapmıyorsunuz?" sorularına buradan cevap bulmuş olabilirler lakin yine de bu paylaşımın da altında yüzlerce yorum olduğunu söylememe gerek yok sanıyorum. Hala da epey sinirliler doğrusu.---

Aslında sorulması gereken en basit soru şu: Redd'in her birini ayrı sevdiğim saygıdeğer üyeleri sırf hayranları üzülüyor diye bu karardan vaz mı geçmeli?

Bir başka soruyla analoji oluşturayım: Siz sırf ortak arkadaşlarınız üzülür diye geçinemediğiniz sevgilinizle ilişkinizi kavga dövüş sürdürüyor musunuz?

Cevap yeterince açık sanıyorum...

Örnekleri kademe kademe büyütmek gerekirse ülkemizin sayılı köklü gruplarından Pentagram'ı örnek gösterebilirim. Demir Demirkan, Ogün Sanlısoy ve Murat İlkan giderken neredeydiniz? Yahut daha da geriye gitmek gerekirse Mavi Sakal Tibet Ağırtan'ın yerine Genç Osman Yavaş'ı getirdiğinde? Ve tabii sonra tekrar Tibet Ağırtan'ı getirdiğinde? Müzik bir şekilde devam eder...istenirse. Dinleyici de "ben önceki/son halini seviyor(d)um moruk" deme hakkına sahiptir. 


Hatipoğlu kardeşlerin açıklamasının "Biz gidiyoruz, kalanlar da bu ismi kullanmasın" diye özetlenebilecek kısmına gelirsek bunu okuyan Redd hayranlarının iyi bileceğini düşündüğüm, etkili olacağına inandığım bir örnek var. Syd Barrett Pink Floyd'dan "ayrıldığında" Pink Floyd'a "grubun adını değiştirin" demiş midir? Neticede grubu bizzat kurmuş, adını koymuş ve ilk albümün neredeyse tamamını yazmış bir müzisyen olarak bunu diyemez miydi (ayık olduğu zamanlar tabii)? Bu örnek biraz uçuk olmuş olabilir lakin demek istediğim anlaşılmıştır sanıyorum. Bunun gibi daha nice örnekler verilebilir elbet...(Metallica? Deep Purple? Aerosmith? Siz de aklınıza gelenlere bir bakın) Kadrosu kurulduğu günkü gibi kalan grupların değişenlerden sayıca fazla olduğunu düşünmüyorum. Ortada bunu gerektiren hukuki bir durum, "Redd sadece bu kişilerden oluşabilir" gibi bir madde içeren sözleşme varsa o zaman bunu tartışmak haybeye konuşmak olacağı gibi, böyle bir açıklamaya da gerek bırakmayacaktı sanıyorum.

Yeri gelmişken daha yakın bir örnek benim bundan önceki grubumdan gelsin. Beni gruba aldığı gibi atma hakkını da kendinde gören bir arkadaş, benim gönderilmem sonucu grupta kendisi hariç kim varsa hepsinin ayrılmasıyla karşı karşıya kaldı da yine de grubun orijinal ismi kendisinde kaldı yahu, ne diyorsunuz? 

Önceki örneğe geri dönerek çemberi ve yazıyı tamamlamak istiyorum. Syd Barrett'ın yerine Pink Floyd'a kimin girdiğini düşünürsek, her ayrılığı dünyanın sonu gibi tanımlamaktan vazgeçebiliriz. İnanıyorum ki bu ayrılık "bir devrin sonu" olduğu kadar "yeni bir sayfa" da olacaktır. Gruba inancını yitirmeyen dinleyiciler reformu gözlemleyip hangi halini sevdiklerine karar vereceklerdir sanıyorum. İsterlerse "bitti" deyip bugüne kadarki albümleri dinlerler, isterlerse yeni albümleri heyecanla beklerler...önümüzdeki konserlere bakalım.

Sevgiler, saygılar,

Z.

31 Aralık 2013 Salı

2014 geldi de sana mı geldi?

bu yıl manyak gibi bir yıl oldu özetle. lakin sağa sola yazdığın tarihin yarından itibaren 3'le değil de 4'le bitecek olması gidişatı değiştirmez, bunu sen de biliyorsun. birbirimizi kandırmayalım. hepimizin durum algısını değiştiren bu lanet yılın bu son günü diyeceğim iki çift laf olacak.

genelde 31 aralık gecesini sahnede geçirdiğimden midir bilinmez "yılbaşı" kavramı bana herkese ettiği kadar anlam ifade etmiyor ne yazık ki. yani ecnebinin "krismıs spirit" dediği ruh haline bürünemeyeli nerden baksan 9 yıl oluyor. şimdi buna dayanarak sana "aman aşırı alkol alma, alkollüyken araba kullanma" filan diyecek değilim, bunu zaten biliyor olmalısın da bana şunun bir izahatını yap şeker kardeşim; yılın herhangi bir günü 50 hadi bilemedin 100 tl'ye konserini izleyebildiğin bir adama/kadına sırf tarih 31.12'den 01.01'e geçiyor diye şöyle bir rakam veriyorsun (şair burada bu rakamı verebilen kitleye hitap ediyor)?

bütün biletlerin tükenmiş olması konusuna hiç girmiyorum. bu arada Gülşen de aklıma ilk gelen örnek olduğundan yani yanlış anlaşılmasın...

al bak bu da bir diğeri
hilton konaklama da diyordu, bunda ondan da bahsedilmiyor ama kalmalıdır heralde dimi?

işime nankörlük ediyorum gibi olmasın, neticede biz de yılbaşı dendi mi farklı bir "kaşe" ile çalışıyoruz da bir kişiden 7000 tl almayı gerektirecek bir rakam söz konusu değil (bi biz mi enayiyiz lan yoksa?).
lö kaşe...

bir diğer mevzu da alınan alkol ve buna bağlantılı olarak epeyce aşağı inen "sapıtma eşiği". (şair buradan itibaren "yılbaşı gecesi taksim'de taciz" haberine konu olanlara filan sesleniyor misal) e be güzel kardeşim, senin ertesi günü çalışmadığın bir cumartesin yok mu yıl içinde mesela? hah, şimdi bunun ondan ne farkı var? neden geçtiğimiz cumartesi değil de bugün alkol bariyerini devirip senin haricinde eğlenmeye çalışan elalemin coşkancasını baltalıyorsun? ben "herkes evinde otursun" demiyorum muhakkak (öyle olsa biz kime çalıcaz dimi?) ama n'olur bugün dağıtmasan? komalara koşmasan? milletin üstüne kusmasan? sahneye filan fırlamasan? yeni yıl sadece sana gelmiş gibi çevreni kaosa, kitleleri histeriye sürüklemesen? ha benim canım?

bu vesileyle hepinize 2013'ten daha iyi bir yıl dilerim...sayılara takılmayın ;)

z.

13 Kasım 2013 Çarşamba

Müzisyene Saygı Kuşağı

öncelikle az sonra okuyacağınız yazının lüzumsuz uzunluğu için baştan özür dilerim. ama yazmam lazımdı (yani bana göre lüzumlu). amacım bazılarınızın ağustos dolayları twitter'da denk gelmiş olabileceği "biz şöyle kaliteli müzisyenizdir, senin bilmemnerelerde dinlediğin gibi şarkılar yapmayız taaam mı?" minvalli, müzisyeni yüceltip dinleyeni gömen bir tavır sergilemek değil, bunu da baştan muştulamış olayım (denk gelmediysen sor, kim olduğunu söylerim çaktırmadan).

ben şarkı söylerim, bilen bilir. bilmek şart değil, bilmemek de ayıp değil. kendime "müzisyen" demeyi de sevmem. hele "sanatçı", asla! o terimlerin altını dolduracak niteliği görmedim kendimde hiç. ben en basitinden "şarkıcıyım", işim icra etmektir, üretmek değil (henüz).

"çocukluğundan beri şarkı söylemeyi çok seven Zeynep, 5 yaşında saç fırçasından mikrofon yaparak başlayan müzik hayatını..." diye sadede gelecek değilim de ben bu işe profesyonel olarak girişeli 9 yıl olacak bu aralık ayında (hatta yılbaşında). iyi ki de hiç bırakmamışım bu işin peşini. her gün de şükrederim bu sese, birlikte çalıştığım iyi müzisyenlere, desteğini esirgemeyenlere ve yoluma taş konmadığına (konmuşsa da farketmeyip geçtiğime).

gel gör ki dost meclislerinde -özellikle beni ilk kez dinlemiş arkadaşlarla sohbette- açılan bir konu var ki döner dolaşır tekrar gündeme gelir: "bi acaip seyirciler"

bu kavmi başka türlü adlandıramadım ortam gereği takındığım terbiyeden ötürü. lakin değinmeden, bu konuyla ilgili iki kelam etmeden de geçemiyorum. facebook'ta çok sevdiğim bir müzisyen abim paylaşmıştı aşağıdaki müzisyen manifestosunu, belki görmüşsünüzdür. görmeyenler için geliyor...
işbu manifesto benim de örneklendirmek istediğim noktalara değiniyor. özellikle 2. madde benim başımı çok ağrıtan bir durumdur ve bu konuda yalnız olmadığıma eminim.

artık teknolojinin bu kadar gelişmesinden midir, "kapitalizmin kölesi" oluşumuzdan mı bilinmez, seyirci diye genellemek istemem de yukarda bahsi geçen "bi acaip seyirciler kavmi" bir mekana sandığınız gibi eğlenmeye, müzik dinlemeye, rahatlamaya, kafasını dağıtmaya değil "parasının karşılığını almaya" geliyor. gelirken ve dönerken bindiği taksiye, içerde içtiği içkiye ya da girişe verdiği paranın karşılığını benden, bizden çıkarmak gibi bir misyonu var bunların. başaramazlarsa hiddetleniyorlar ablam. müsaadenizle şöyle örneklendireyim:

(programı bitirdik, toplanıyoruz)
- sizden bir şarkı istemiştim (i will always love you) çalmadınız? bir saattir bekliyordum!
+ kusura bakmayın lütfen. kasıtlı değil, bilmediğimizden çalamadık (her zamanki açıklamamın özeti)
- nasıl bilmezsiniz? herkes biliyor!
+ şarkıyı biliyoruz elbet ama hiç çalmadık daha önce, bilmiyoruz derken onu demek istedim.
- nasıl olur ya? tüm dünya biliyor!
+ e gidin tüm dünyadan dinleyin o zaman! (belli bir saatten sonra şalter atıyor tabii bende de)

bu okuduğunuz diyalog based on a true story dediğimiz cinsten. 1 ay kadar önce gerçekleşti. seyircinin istek yaparkenki çıkış noktasını anlayabiliyorum çoğu zaman. misal, Erkin Koray çaldıysanız üzerine bir Cem Karaca veya Barış Manço isteğiyle burun buruna kalabiliyorsunuz. bu çok doğal bir reaksiyon elbette. refleks veya serbest çağrışım da denebilir. "onu çaldıysa bunu da çalar" düşüncesi. lakin ki öyle değildir. repertuar kısıtlı bir şeydir, birini bilmeniz öbürünü de bilmenizi gerektirmez ama yooo! youtube'da öneriler var, dinlediğiniz türe, şarkıya veya sanatçıya göre çıkan, onlardan beğendiğini tıklıyorsun hop o çalıyor! neden bende öyle öneriler yok? neden peçeteye yazılan hemen çalınmıyor? e ben insanım, ondan olmasın? yoo dostum yoo, kavim senden youtube performansı bekliyor! yüzlerini kara çıkarma!

şimdi bu kavmin daha enteresan bir üyesiyle karşınızdayım:

(saat 03:25. grubu tanıtmışım, teşekkür ediyorum, iyi geceler diliyorum, derken bir peçete geldi. ben de -zaten bilmediğimiz bir şarkı olduğundan "maalesef" deyip konuyu toparladım ve zaten uzamış olan programı bitirdim)
- pardon bakar mısınız? size bir istek gönderdim çalmadınız?
+ kusura bakmayın lütfen. bilmediğimizden çalamadık. programı da bitiriyorduk zaten gördüğünüz gibi.
- ama bugün benim doğumgünüm! ayıp olmuyor mu?
+ keşke daha önce söyleseydiniz, o olmasa bile başka bir şey çalardık sizin için. 
- ya siz tek başınıza söyleseniz de olur. ben orkestranızı değil sizi seviyorum, takip ediyorum, sizin için geldim. söyleyemez misiniz?
+ kusura bakmayın, tonmayster arkadaş müzik çalmaya başladı ve sahne toplanıyor, başka zaman inşallah.
- çok ayıp ama bu yaptığınız (vs. derken arkadaşı gelip aldı hanımefendiyi)
(hanımefendi yılmadı, daha agresif bir tonla tekrar atağa geçti 2 dakika sonra)
- ya ben çok istiyorum bana söylemenizi. hiç olmazsa masamıza gelip bana söyleseniz 2 kuple?
+ (yüzümdeki YOK ARTIK! ifadesini silmeye çalışarak) bakın anlıyorum ama benim de dinlemem lazım takdir edersiniz ki...
- (işte burada biraz çirkefleşerek) haa size hayatta başarılar o zaman! yolunuz açık olsun! (yine arkadaşı gelip özür dileyerek, teşekkür ederek aldı hanımefendiyi)

şimdi buna 3 saatlik performansın yorgunluğunu mu anlatacaksın (3. maddeye referansla), "ben orkestranızı değil sizi seviyorum"daki arkadaşlarıma saygısızlığını mı vurgulayacaksın yoksa "masamıza gelip bana söyleseniz"deki konsomatris muamelesine mi kızacaksın? hiçbirini yapamıyorsun elbet. "hıhı sağolun" deyip gitmek düşüyor sana. bkz. saygısızlığı yutmak zorunda kalmak.

aynı program sırasında bir de şöylesi geldi başımıza:

- bizim arkadaşlarımız evlendiler de...
+ evet biz de tebrik ettik az önce, buyrun?
- sil baştan'ı istiyorlar.
+ tabii, sonlara doğru çalarız onu (neden? yavaş çünkü, o sıra en hareketli yerindeyiz işin)
- yalnız benim söylememi istiyorlar!

şimdi burada biraz duralım...durduk mu? hah! tabii ki buna hayır dedim ve olmayacağına ikna etmem biraz zaman aldı. burada "ya benden iyiyse" gibi bir kaygı olmadığını özellikle belirteyim. benden iyiyse ben de ondan bir şeyler öğrenmeyi isterim zira. yine bilen bilir, sahneyi paylaşmayla ilgili hiç sıkıntım yoktur. fakat bendeniz bu işi yapan bir kimse olmama rağmen yıllar içersinde "çağırılmadığım sahneye çıkmama"yı düstur edinmiş biriyken, sen kimsin? çok başarılı bir müzisyensen de tanımıyorsak o bizim ayıbımız elbet lakin tanımadığım seni sahneye alarak seninle beraber ne gibi riskler aldığımı bilebilir misin? bilsen sormazsın.

sahneye çıktığım yaklaşık 9 yıllık süre içersinde bu hataya birkaç kez düşmüş biriyim. neler olabileceğini tahmin edersiniz. çıkan kişinin ses aralığı sizinkiyle aynı olmadığından enstrümanistleri ters köşeye yatırma olasılığı var. siz parçayı değişik bir trafikle çalıyorsunuzdur, çıkan kişi orijinaline göre söylemeye çalışır (ya da tam tersi). sesinin kendini inandırdığı kadar güzel olmaması ihtimaline ise hiç girmiyorum! benim bir program boyunca elimde tutmaya çalıştığım seyirciyi kaçırdığını düşünebiliyor musunuz? ben düşünmek bile istemiyorum... evlenen çiftin bana saygısızlığına ("sen in de bizim arkadaş söylesin"cilik) ise hiç girmiyorum! bunu Ajda Pekkan'a yaptığını düşünsene! "arkadaşlar Yeniden Başlasın'ı benim söylememi istiyor bi zahmet çekilirsen"...hıhı, tamam...

bu "bi acayip seyirci kavmi"nin mensuplarının türlü çeşitli davranışları saymakla bitmez. hatta bu anlattıklarım hiçbir şey değil (biz ne badireler atlattık hey yavrum hey!) lakin yazdıkça cinlerimin tepeme çıkması gibi bir durum oluştu. hele bir de bu anlattıklarım sırf geçtiğimiz ay, hatta sadece 2 programda yaşadıklarım, 9 senede neler gördüm siz düşünün (ya da bi ara beni bi boş zamanımda yakalayın anlatayım).

diyeceğim o ki müzisyen (ya da benim gibi sadece "şarkıcı"), dinleyenin taksi parası, giriş ücreti, içkiye ödediği mebla ve hatta daha ilersinde albüm veya konser bileti fiyatı üzerinden "satın aldığı" bir meta değildir. işin içine "insan faktörü" de dahil olduğundan sahnedekinin sizin beklediğinizi yapmaması olasılığı göz ardı edilmemelidir (sinemada tarantino'ya istek yapabiliyor musunuz? peki karşılığını alabiliyor musunuz?). işi, en basit tanımıyla, "eğlendirmek" olan bu insanların eğlenmeye de ihtiyacı olduğu -ve bu da interaktif gibi en azından asgari düzeyde saygıyı da hak ettikleri unutulmamalıdır.

bak sonra delirip twitter'dan millete "biz senin bildiğin müzisyenlerden değiliz" diye artistlik yapıyoruz, görüyorsun ;).



"bir dahaki sefere kadar" demiş ecnebiler
z.

27 Mart 2013 Çarşamba

bi bu eksikti...

...diyerek kendi kendime bir de tumblr blogu edindim. yıllar yılı "enem ne de güzelmiş, bu da güzelmiş, bu tam süpermiş, öbürü übermiş" diye diye bilgisayarımın hafızasını -kim bilir bir gün nerede kullanacağımı düşünerek- daraltmama sebebiyet veren anlamlı/anlamsız kimi görselleri buraya yığarak hem kendimi hem kullandığım bilumum bilgisayarları mutlu etmek niyetindeyim. arşivcilik de bir yere kadar kardeşim, çöp ev gibi oldu buralar!

şekilde görüleceği üzere henüz hiçbir halt barındırmamakta.

"a ne şeker ^_^"

böyle boş durduğuna bakmayın, 5 dakkada değişir bütün işler... (F5'e kuvvet)

adresi bi de açık açık yazmasa mıydım? buyrun: http://kralicenintakendisi.tumblr.com/

yalnız bırakmayın bunu, çok üzülür sonra. yabancılık çekmesin, daha yeni bu buralarda ablam.


hadi ben tumblr'a gittim,
z.

29 Ocak 2013 Salı

arkadasım diye demiyorum, komik... Hadi Bakalım Gülçin Kültür

daha başlıktan belli ettim niyetimi, helal olsun bana lan! evet, bu yazımda bir arkadaşımı kıyasıya övücem, demedi demeyin. ama sırf arkadaşım diye değil, hakikaten başarılı olduğundan. valla bak!

beni pek tanımayanlar için bir girizgah, kötüye kötü demekten hiiiiç çekinmem, tokat gibi yapıştırırım, lafımı esirgemem. sırf bu yüzden facebook'ta ne yorumlarım silinmiş, bana "ben öyle değil de şöyle şeetmiştim aslen" ana fikirli ne kompozisyonlar mesaj olarak atılmıştır bir bilsen. aşina olmayana "acımasız" görünüyorum oradan bakınca. iyiye gelince, onu da feci kıskanırım, hemen oracıkta gıybete başlarım bıy bıy bıy diye, açık söyliyim.
yok yok, kıskanırım ama belli etmem.
öööyle bi kenara sinerim...
şaka bir yana yakınlarım bilirler ki bir şeyi hararetle övüyorsam nezaketen övmüyorumdur, kişi/iş övgüyü hak etmiştir bana göre.

işte Gülçin Kültür de övgüyü hak edenler klasmanında fevkalade yetenekli bir arkadaşım. siz Gülçin'i bilmezsiniz (bkz. "ünlüyle samimiyim"cilik) normal bir gününü anlatırken bile 10 kaplan gücüne sahiptir kırıp geçirme sporunda. işte sonra ne olduysa artık çevresinin gazıyla mııı, kendi kendine "du bi dakka lan...hmmm" yöntemiyle mi bilmem, her önüne gelenin kendini "cem yılmaz'dan komik" sandığı bir ülkede, hem de "kız başına" stand-up gösterisi yapmak gibi büyükçe bir taşın altına elini koydu. "muş" yani zira ben de facebook'ta etkinliği görünce öğrendim bu işe giriştiğini.

iki eliniz kanda olsa da kaçırmamanız gereken şeyler vardır, "ilkler" de bunların en önemlilerini teşkil eder. Gülçin'in ilk kez sahnelediği tek kişilik gösterisi Hadi Bakalım'a kendim gitmekle kalmadım "kontrol grubu" mahiyetinde Gülçin'i hiç tanımayan bir arkadaşımı da yanımda götürdüm, "biz tanıyoruz diye mi komik geliyor yoksa lan?" gibi bir düşünceye kapılmamak amaçlı. telaşa mahal yok, öyle bir şey yokmuş, kontrol grubu da bizim kadar çok güldü, çok eğlendi.
oley!

komiklik derecelendirmesi güç bir şeydir zira azami derecede kişisel bir olgu malumunuz. nereli olduğunuzdan, nerede yetiştiğinizden, içinde bulunduğunuz sosyo-ekonomik bikbikten, ülkenizin asya ile avrupa arasındaki stratejik köprüsel konumundan, yaşınız, cinsiyetiniz, bugüne kadar izledikleriniz, dinledikleriniz, yedikleriniz, içtikleriniz, kısacası yaşadıklarınıza göre bir espriye ya gülersiniz ya "komik mi lan şimdi bu?" ya da bi b*k anlamazsınız. bundan mütevellit "Gülçin de şöyle komik, böyle esprili" gibi bir anlatıma girişmek beyhude olacaktır. işbu nedenle diyebileceğim tek şey yarın öbür gün sağda solda afişini, etkinliğini, bilmemneyini görürseniz kaçırmayın. bişi kaybetmezsiniz, hatta akabinde gelir bi çayımı içersiniz, bana da teşekkür edersiniz. Gülçin Kültür de unutulacak gibi bir isim değil hani, tam sahne ismi ;)



oh, pek de güzel oldu
z.

not: Gülçin Kültür'ü daha sık ve daha değişik yerlerde izleyebilmenizi amaçlayan çalışmalarım var.
not 2: şimdi baktım da benim başlık da çok yaratıcıymış gerçekten...

22 Ocak 2013 Salı

halimden konan anlar...

+ dün bi konsere gittik moruk, adamlar çok iyiydi.
- kimin konseri?
+ Halimden Konan Anlar.
- kim anlar??






dalga geçmiyorum bak, bu ve benzeri diyaloglarla süsleniyor Halimden Konan Anlar'la ilgili muhabbetler. ben nerden duydum, ilk nerde gördüm, kim gösterdi, kendim mi denk geldim hiç hatırlamıyorum. kafamda beni buna yöneltebilecek 1-2 şüpheli vardı, onlar da ilk kez benden duyduklarını söylediler, komplo teorileri suya düştü. ben yaptıkları müziği tarif edecek halde değilim an itibariyle, edebilecekken yazsaydım daha iyiydi tabii ama olsun aklımda kalacağına buralara bir yere notunu düşeyim.

bizim millette hastalık bu, "bişiyi -illa- başka bişiye benzetme". kıyaslamayı tanımlama yöntemi olarak kullanmaya bayılırız. söz konusu Halimden Konan Anlar (bundan böyle "h.k.a." diye geçecektir) olunca da devreye Büyük Ev Ablukada giriyor kutsal bilgi kaynağımız, canımız (!) "ekşi"den okuduklarıma bakılırsa. yalan olmasın, "napıyo abi onlar?" diye soranlara ben de "Büyük Ev Ablukada'yı (b.e.a. diye anılacaktır gari) bildin mi?" diye sormadım değil. ha ben b.e.a.'yı çok mu bilirim o ayrı da zaten karşı taraf "yok bilemedim" dediği anda anlatıma hizmet edecek hiçbir şey kalmıyordu elimde.

şimdi benim bu b.e.a.'yı pek de iyi bilmeyen halim süregelirken karşıma h.k.a. çıkınca ilkini daha iyi öğrenmeyi pek de sallamadım açıkçası (bi de üstüne Bartu Küçükçağlayan'ın "yalan dünya'nın orçun'u"na dönüşmesinin ardından azıcık hevesim varsa o da kaçtı). dediğim gibi an itibariyle "tam da şöyle bişi" diyebilecek halde değilim ama bu yaptıklarına "alternatif" dersek işin içinden tereyağı/kıl (ıyy) ilişkisinin en güzel örneğiyle sıyrılırız zira tam tanımlayamadığımız her tür müziğe "alternatif" demek de milletimizin bir diğer hastalığıdır, acil şifalar dilerim.
adettendir...

içlerinden Cem Adıyaman'ın adını daha evvel gözümün bebeği, hayatımın neşesi Modern Sabahlar'da Ege Kayacan'dan duymuştum. velhasıl bu güzel abiler (benden çok da büyük değillerdir dimi lan? bak bilemedim onu şimdi) 28 kasım 2012'de If'te sahne aldılar, pek de güzel yaptılar. merak edenlerin bu adresten indirebilecekleri parçaları o gün kendim tekrar tekrar dinlemekle kalmadım, yancı olarak konsere sürüklemeye gayret ettiğim kişilere de dinlettim (zira en baştakine benzer diyaloglar cereyan etmişti "akşam konsere gidelim mi?" deyince). neticede konsere gittik, dinlemeden gelmiş olmasına rağmen Bahadır da çok eğlendi (öyle dedi, ben onun yalancısıyım).

Halimden Konan Anlar, telefonla anca bu kadar...

h.k.a.'yı eğlenceli kılan en önemli şey adamların sahnedeki sevimliliği ve sempatikliği sanıyorum (nasıl diyorsunuz, "enerji"?). sempatik gruplara duyduğum sevgi önceki yazılarımdan sezilmiş olsa gerek, "samimi ol, canımı ye" durumu h.k.a.'da da hakim olan. bunu dinlediğimiz diğer şeylerden ayıran ise sözler elbet (ya ne olacaktı?). melodik konuşma gibi bir durum söz konusu, bildiğimiz mevzular, doğal hitap şekilleri, günlük vaziyetler ve bazen öyle alakasız şeyler ki bununla ilgili şarkı mı olur hissiyatı yaratması da cabası (bu kalıbı ilk kez cümle içinde kullanıyorum galiba, aferin). şarkı isimlerini gördüğünüzde bir fikir sahibi olacaksınız zaten, buna inancım tam. ne biliyim bi Bıktım Bye olsun, bi Natali Portmın, bi Sergüzeşt-i Kadıköy olsun... kadıköy demişken, benim de kadıköy'de büyümüş olmam etkili olmuş mudur adamları sevmemde acaba lan? belki, biraz.
"bu neyin kafası?" gibi iğrenç bir soruya doğru koşacak değilim lakin bunlar güzel kafalar şeker kardeşim, sen de gel, bak boyu geçmiyor. karşıma gelip otursalar muhtemelen ağzımı bıçak açmaz şaşkınlıktan ama ben zaten dinlemeyi tercih ederim. siz de dinleyin, dinletin (benim konserden beri yaptığım gibi).

not: beyefendiler sağlam bir kaynaktan aldığım son dakika bilgisine göre 6 mart çarşamba günü yine if'te olacaklarmış. arayı bu kadar açmasalar iyiydi de yine giderim, yine birilerini yanımda sürüklerim. mesela o gün kayıplara karışan kuzenim...hımm...


batarken güneş ardından tepelerin...
(yine ateşi çıkmış olmasın sakın teletabilerin?)

z.

14 Ağustos 2012 Salı

nasıl diyor siz? "albüm raflarda yerini aldı"?

bu yazıyı yazmakta biraz geç kaldım gibi ama olsun, dönüşüm muhteşem oluyor blog işlerine. 4 ay kadar önce bir başka yazıda anlattığım kayıt macerasını hatırlayan hatırlar, hatırlamayanın canı sağolsun (bak link filan var orada). işte o kadar zamandır ha çıktı ha çıkacak diye bana kurdeşen (Güntaç'a kimbilir daha neler) döktüren albüm temmuz sonunda pat diye çıkıverdi nihayet.
Güntaç'tan albümün ilk fotoğrafı :)

22 mayıs'ta albümün İstanbul lansmanı Jolly Joker Balans'ta gerçekleşti. peşinden 27 mayıs'ta da If Performance Hall'da Ankara lansmanı. iki konser de birbirinden şahane geçti. daha piyasaya çıkmamış bir albümün lansman konserlerinin böylesine dolu geçmesi beni şaşırtmadı diyemem. üstelik seyirci de albümü çoktan ezberlemiş gibi eşlik edip eğlendi. 


özet olarak böyle bişi oldu :)


ankara'da da bu şekil ;)


albümden 2 hafta kadar önce de ilk klip çıktı tabii bu arada, albüme adını veren Benimle Yan'a ait. buyrun:

nassı ama?

biraz ters gidiyor olabilir miyiz? galiba :) 

yukardaki fotoğrafta dikkatinizi çekti mi bilmem, albümün şu an piyasada bulunan hali "sınırlı sayıda özel baskı" olup içersinde minik bir kitapçıkla gelmektedir, bu baskı bitmeden almanızı tavsiye ederim. içinde olduğumdan mı bana öyle geliyor bilemiyorum ama çok emek verilmiş, uzun süre sabredilmiş, içe sinene kadar uğraşılmış, aceleye gelmemiş bir iş bu. herhangi bir kalıba uymaya, kimseye benzemeye çalışmayan, Güntaç'ın içinden geldiği gibi bir iş. şimdiden tv, gazete ve dergilerde adı geçmeye, kendisi görünmeye başladı. sosyal medyayı hiç karıştırmıyorum bile.

albümü beklerken kurdeşen dökmüştük ya hani? hah, şimdi de konserleri beklerken dökeceğiz bir miktar :) olsun ;)



"biraz daha" ;)

z.

not: başlıkta bahsi geçen raflara gitmeye üşenenlere büyük hizmet: http://www.dr.com.tr/Muzik/Benimle-Yan/Guntac-Ozdemir/Albumler/Turkce-Pop-Rock/Pop-Turkce/urunno=0000000408430

aaaand this just in: 17 Ekim'de İstanbul Jolly Joker'de konser var! biletleri de burada, bekliyoruz!